Sevr Antlaşması ile Osmanlı’ya Bırakılan Bölgeler Nelerdir? Tarihin Gölgesinde Kalan Topraklar
Sevr Antlaşması… 1920’lerde imzalanmış ve Osmanlı İmparatorluğu’na ne kadar acı çektirdiği, bugün hala tartışmaların merkezinde yer alıyor. Evet, Osmanlı’nın sonu… Ama bu antlaşma sadece bir “büyük teslimiyet” değil, aynı zamanda bir “oldu bitti”nin tarihi. Yani, Osmanlı’ya bırakılan bölgeler, aslında ne kadar küçülüp ne kadar hırpalanmış olduğunun sembolü. Bu yazıda, Sevr Antlaşması ile Osmanlı’ya bırakılan toprakları inceleyeceğiz ve hem güçlü hem de zayıf yönlerini tartışacağız. Spoiler: Hiçbir şey iyi gözükmüyor.
Sevr Antlaşması ile Osmanlı’ya Bırakılan Bölgeler: Kocaman Bir Hiç
İlk bakışta Sevr Antlaşması, sadece Osmanlı İmparatorluğu’nun son çırpınışları gibi gözükebilir. Bu, genelde “Osmanlı’nın düştüğü durumu” simgeleyen bir anlaşma olarak tanıtılır. Çünkü Sevr, gerçek anlamda Osmanlı’nın küllerinden bir şey bırakmadı. Hangi bölgeler bırakıldı derseniz, size söyleyeyim: Çok az. Osmanlı toprakları, artık onurunu kaybetmiş, parçalara ayrılmış, yarım kalmış bir yapboz gibi bir duruma düşüyor.
İzmir’de yaşayan biri olarak, hep o kadar yakın olduğum bir yer olan Yunanistan’a, Fransızlara, İngilizlere ne kadar yaklaşılmış olduğunu düşününce, insan biraz sinirleniyor. Sevr Antlaşması’na göre, Osmanlı’nın kalbi olan Anadolu’nun çoğu bölgesi, Ermenilere ve Yunanlara vaat edilmişti. Yunanistan’a bırakılan Ege Adaları, İstanbul’un etrafındaki Boğazlar bölgesi, Musul ve Suriye sınırları bu bölgelerden sadece birkaçı. Yani Osmanlı, adeta böcek gibi ezilmiş. En önemli bölgeleri elinden alınmış, kalan yerlerse neredeyse birer koloniydi.
Bir de şöyle düşünelim: Osmanlı’nın başkentinin, İstanbul’un dahi bir garantisi yoktu. Boğazlar, her an bir yabancı gücün kontrolüne geçebilir ve İstanbul bir işgal bölgesine dönüşebilirdi. Oysa bu topraklar, Osmanlı İmparatorluğu için hem stratejik hem de kültürel açıdan son derece değerliydi. Anlaşma, adeta bir başka devletin “gel, sen al” diyerek el koyduğu toprak parçası gibiydi.
Sevr Antlaşması’nın Güçlü Yönleri: Bu kadar kötünün içinde bir şey var mı?
Bir antlaşmanın “güçlü” yönleri olabilir mi? Sevr Antlaşması için güçlü yanlar demek, kulağa garip geliyor değil mi? Evet, ancak tarihsel açıdan bakarsak, Sevr’in Osmanlı İmparatorluğu’na tamamen çökme noktasına gelmeden önceki son çırpınışı olduğunu söylemek mümkün. İyi tarafından bakacak olursak, Osmanlı’nın geri kalan topraklarında yeni bir ulusal kimlik inşa edilmesinin yolu Sevr ile açıldı. Yani Sevr, tam anlamıyla bir felaket olmasının yanı sıra, kurtuluşun kıvılcımını da ateşledi.
Birçok kişi, Sevr’in Osmanlı’nın sonunu hızlandırdığını savunsa da, Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atılması bu anlaşmanın “olumlu” bir sonucu olabilir. Sevr Antlaşması’nda Osmanlı toprakları parçalanmaya çalışılırken, Türk milliyetçiliği de bu dönemde güç kazanmıştı. Sonuçta, Kurtuluş Savaşı’na giden yolu hazırlayan en önemli etkenlerden biri de Sevr’in dayatmalarıydı. Yani, Sevr Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’na son verirken, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinin temelini de atmış oldu. Bu da, belki bir paradoks ama bir gerçektir.
Sevr Antlaşması’nın Zayıf Yönleri: Her Şey Kötüydü, Gerçekten Her Şey
Her şey kötüyse, zayıf yönlerini neden tartışalım diye düşünebilirsiniz. Ama Sevr’in en büyük zayıflığı, belki de bu kadar kötünün içinde bile tam anlamıyla başarılı olamamasıdır. Bir defa, Osmanlı Devleti, bu anlaşmayı kabullenmiş gibi gözükse de, halkın büyük kısmı direniş gösterdi. Yani, Sevr, aslında Osmanlı’yı sadece toprağından etmedi; aynı zamanda halkının morali, direnci ve geleceği üzerine de çok büyük bir etki yaptı. Ne yazık ki, Sevr sadece bir antlaşma olarak kalmadı, aynı zamanda psikolojik bir yıkım yarattı.
Şunu sormak lazım: Osmanlı toprakları böylesine parçalanırken, geriye ne kaldı? Ermenilere vaat edilen bölgeler, Yunanistan’a verilen Ege adaları, İngiltere’nin işgal ettiği Musul ve hatta İstanbul bile… Hepsi birer “yan ürün” gibiydi. Ama en acısı, Sevr’in getirdiği bu dayatmaların, Türk milletinin ne kadar büyük bir tarihsel yükle karşı karşıya kaldığını anlamadan yapılmış olmasıydı. Yani bu kadar büyük bir yıkımın ardından, Sevr Antlaşması’nın herhangi bir tarafı “güçlü” sayılabilir mi?
Sevr’den Çıkardığımız Ders: Tarihten Ne Öğrendik?
Bugün Sevr Antlaşması’na baktığımda, bu kadar ağır bir anlaşmanın getirdiği acıların içinden aslında çok şey öğrendiğimizi düşünüyorum. Sevr, sadece Osmanlı’nın değil, Türk milletinin direnişinin sembolüdür. Belki de tüm bu dayatmalar, bir halkın direncini kırmaktan çok, onu daha da güçlendirdi. Ancak bir soru var ki, her zaman kafamda dönüp durur: Eğer Sevr kabul edilseydi, ne olurdu? Belki de bir dünya imparatorluğunun sonu, sadece birkaç satırla imzalanan bir anlaşma ile yazılacaktı. Neyse ki öyle olmadı.
Sonuç olarak, Sevr Antlaşması, hem bir felaketin hem de bir direnişin başlangıcıydı. Bugün bile, o antlaşmanın Osmanlı’nın topraklarını ne kadar parçalayarak, dünyaya nasıl “mülk” olarak bakıldığını görmemiz gerekiyor. Sevr, tarihi bir “tartışma başlatıcı” olmayı hak ediyor. Her ne kadar tarihi bir felaket olsa da, sonuçları, hala günümüz Türkiye’sinin şekillenmesinde etkili.